Atv unutulmaz dizisi ekibinden resim

Gönderen ByAsLaN on 14:25 yorum (0)


Atv unutulmaz dizisi ekibinden yeni resim

Gönderen ByAsLaN on 13:59 yorum (0)


DENİZCİNİN AŞKI

Gönderen ByAsLaN on 13:57 yorum (0)

Oturduğu banktan kalktı,üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu.Gözleri o kızı arıyordu,kalbini çok iyi bildiği,ama yüzünü hiç görmediği,yakasında gül olan o kızı.Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı.Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti.Kitaptan değil,sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan...Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu.Kitabın başş sayfasında,o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü:Bayan Hollis Maynell.Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu.Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu.Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı.Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı.Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar.Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki.Bir romantizm başlıyordu.Blanchard kızdan bir resmini istemişti,ama kız reddetti.Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?..Sonunda Blanchard'ın Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı.İlk buluşmalarını ayarladılar...New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de."Beni tanıman için"diye yazmıştı kız mektubunda,"Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".İşte tam 7'ydi be Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği ama kalbinin sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu.

Aşk=?

Gönderen ByAsLaN on 13:53 yorum (0)

AŞK; fırsattır, yararlanmayı bil
AŞK; güzelliktir, kıymetini bil
AŞK; mutluluktur, tatmayı bil
AŞK; rüyadır gerçekleştirmeyi bil
AŞK; meydan okumasıdır sana, karşı çıkmayı bil
AŞK; görevdir, tamamlamayı bil
AŞK; oyundur, oynamayı bil
AŞK; servettir, korumayı bil
AŞK; sevgidir, sevmeyi-sevilmeyi bil
AŞK; bilmecedir, çözmeyi bil
AŞK; hüzündür, aşmayı bil
AŞK; verilmiş bir sözdür, tutmayı bil
AŞK; şarkıdır,söylemeyi bil
AŞK; mücadeledir, kabullenmeyi bil
AŞK; yaşamaktır, uğruna savaşmayı bil

En Çok Söylenen Yalanlar

Gönderen ByAsLaN on 13:51 yorum (0)

Ben zaten anlamıştım.Önemli olan ruh güzelliği canım.Senden başka kimseyi sevmedim.Aaaa.Hoşgeldin.Ben de şimdi sana geliyordum.Abi İş Yarın tamam. Öğle tatili yapmıyoruz. Şimdi ben de seni arayacaktım. Orijinal yedek parcası. Telefon şehirler arasına kapalı abi be. Burada torpil geçmez kardeşim. Walla girilmez levhasını görmedim memur bey.Yemeğe kalsaydınız.Çok üzüldüm.Her bedene uyar abla.Davetliydik ama gitmedik.Kızımızı ne doktorlar ne mühendisler istedi...Herkese eşit zam yapıldı.Hatırası var.Sen herşeyin en iyisine layıksın.Biz sadece arkadaşız.O benim ağabeyim gibiydi.Ben zaten böyle olacağını biliyordum. Emrin olur.Arkasından değil, burada olsun yüzüne de söylerim.Bilsem söylemez miyim???Ayıp ettin valla kimseye söylemem.Kolay gelsin herkese.Aradım valla yoktun... Kusura bakma güzelim, bizde de hiç bozuk kalmadı.Yolda lastik patladı.Çok kolay bir ders. Ben hep 100 alırdım. Baba, bu dönem kitaplar çok tuttu.Yedi göbekten İstanbul'luyuz.Üç saatte Ankara'ya indik.Çok yakın ahbabım olur.Elimizde büyüdü.Orada durumunu toparlamış. Paraya para demiyormuş.Paranın ne önemi var muhim olan insanlık.Abi sen kapat, ben hemen arıyorum.Çocuğu gönderdim bile, birazdan sende.İmkansız, daha ucuza bulamazsınız.Şimdi seni düşünüyordum. Makina bozuk. (Resmi daire fotokopicisi)Giyince açılır, merak etmeyin.Seni sevdiğim için yapıyorum bunları.Kapatmam lazım, ocakta yemek var.En doğru, en hızlı, en detaylı haberler için bizi izleyin.Biz demokrasinin bekçisiyiz.Saat durmus, çalmadı.Yok canım, benim değil, arkadaşlar unutmuş.Biz de şimdi içeri girdik.Biz de tam kapıdaydık.Aaa, sana en az beş e-posta gönderdim, almadın mı?Sürekli arıyorum, düşmüyor.Karım çok hasta, acil servise yetiştirmem lazım.Oo hooo...çoktaaaan.En geç haftaya hepsini öderim.Arayacaktım ama işler çok yoğun, kafamı kaldıramıyorum.Abi ikinci köprüde bir basmışım, kadran 225.Bir tanesi sorun çıkarsın, hepsini geri getir.Benim köylüm, benim çiftçim, benim memurum. Abla tabaklar tamamiyle ithal malıdır, kırılmaz. Kurtarmıyor abla, bak inan zararına satıyorum. Müşteri: Garson bey kadayıf taze mi? Garson: Tabii beyefendi, daha bu sabah çıktı. Elimde kalmamış beyefendi, siz girmeden biraz önce son parçayı sattım. Çok yakışmış... Telefon kapalı değildi... Demek çekmemiş. Hay Allah!!! Aslında sorular çok kolaydı. Ben mi onu seviyormuşum. Daha neler gıcık oluyorum ben ona ya... Ders çalışıyorum...Canım bilerek olmadı ya..Ben ders çalışsam ooohoo.

1999 Marmara Depremi’nde Yaşanmıştır Gerçek Bir Hikaye

Gönderen ByAsLaN on 13:36 yorum (0)

arkadaşlar uzun olabilir ama okumanızı tavsiye ederimHer şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız... Hayallerimiz ve hedeflerimiz... Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın… Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. 'Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım… Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır 'yaşıyordum.' Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının 'birbirine bakmak' değil, 'birlikte aynı yöne bakmak' olduğunu anlıyorduk... Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar… 17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık 'iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna… Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun. On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana 'Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.' dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin. Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile… Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler... Çığlıklar, 'Sesimi duyan var mı?'lar... İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem. Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, 'Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.' diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle " ötelere" sevdalandık. Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter… Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana 'unutursun' diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ. İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil. Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol...